KİMSEYE ETMEM ŞİKAYET
İhsan Raif Hanım, Çerkes kökenli Servet Hanım ile 2. Abdülhamit
dönemimin Nafıa ve Ziraat Nazırı Köse
Mehmed Raif Paşa’nın kızı olarak 1877 yılında babasının valilik görevi
nedeniyle Beyrut’ta dünyaya gelir.
İhsan Raif Beyrut |
Raif Paşa ikisi kız, üçü erkek olan beş çocuğunun eğitimine çok önem verir. Ailede edebiyat, müzik eğitimin bir parçasıdır. Halit Ziya Uşaklıgil şairin halasının damadıdır. Raif Paşa çocuklarına özel hocalardan müzik, edebiyat ve Fransızca dersleri aldırır. Küçük yaştan itibaren edebiyata ilgi duyan İhsan Raif, dönemin şairlerinden Rıza Tevfik’in etkisiyle hece ölçüsüyle halk şiiri tarzında şiirler yazmaya başlar. Şiirde hece ölçüsünü kullanan ilk kadın şairlerimizden olan İhsan Raif Hanımın sade ve incelikli bir dili vardır.
İlk çocukluk dönemini Adana’da geçiren İhsan Raif Hanım, burada Dalyan Efendi'den dil dersleri alır. 12 yaşında iken ailesiyle beraber İstanbul’a taşınır ve Bugün İstanbul Şişli Kaymakamlığı olarak kullanılan, o günlerde Taş Konak diye de bilinen konakta yaşamaya başlar. Yıllar sonra konak hakkında "O günler başka bir sema altında, tomurcuk güllerin açtığı, uçarı gönüllerin coştuğu hayal ülkesiydi" diye bahseder, "şiirin, musikinin, sanatın beslendiği edebiyat mekânı” olarak hüzünle anar konak yaşantısını. Bu konakta Sadık Paşa'dan dil ve Tevfik Lami Bey'den müzik dersleri alır.
Konakta mutlu geçen günleri
talihsiz bir olayla son bulur. Kız kardeşi Belkıs ile beşinci kattaki
odalarında oynarlarken odanın kapısı aniden açılır ve kızların o güne kadar hiç
görmedikleri yabancı bir adam odaya girer. Niyetinin hiç te iyi olmadığı
anlaşılan bu adam İhsan Raif Hanım’ı kaçırmak ister. Ancak kızların çığlığı
karşısında yakalanmaktan korkar ve hiçbir temas olmadan, geldiği gibi koşar
adımlarla merdivenlerden kaçar, gözden kaybolur. Fakat
herkesin aklında “Bu adam kimdir?
Nereden çıkmıştır? Konağın içine nasıl girebilmiştir? Çocuklardan ne istemiştir?” gibi
sorular kalır.
Bir zaman sonra
bu soruların cevabı bulunur. Eve giren davetsiz misafirin reji memuru Mehmet
Ali adında bir adam olduğu ve evdeki Mısırlı Arap bacıların yardımıyla küçük
kızı kaçırmaya kalkıştığı öğrenilir. Bu nedenledir ki İhsan Raif’in hatıralarında “Arap
Bacıların komplosu” olarak kalır bu olay.
Baba Raif Paşa, bu olayı günden güne büyütür. Adamı görmek dışında onunla hiçbir yakınlığı olmadığını ve tamamen masum olduğunu bildiği halde, baba bu kötü olayın faturasını 13 yaşındaki kızı İhsan’a keser. Çünkü bu olay ona göre artık bir namus meselesidir ve temizlenmelidir. İhsan Raif Hanım’ın ağlamasına ve diğer tüm aile fertlerinin yalvarmasına rağmen 13 yaşındaki kızını hiç acımadan Mehmet Ali’yle evlendirir ve onları bir sürgün havasında İzmir’e gönderir. İhsan Raif, hayatını kâbusa çeviren o kararı hiçbir zaman unutmaz:
“Babamın terazisinin şaştığını
hiç görmedim ben. Onu Hazret-i Ömer adaletinin timsali bilirdim. Benim istikbalimi tartarken
adil olmadı o terazi. Mehmet Ali’yle nikâhlanmaktan başka çıkar yolum kalmadı.
Günlerce gözyaşı döktüm, haftalarca yalvardım. Babacığım, masumum, bana kıyma,
derslerimi tamamlayayım, yaşım küçük, beni yakma, dizlerine kapandım. Beni
sevdiğim biriyle evlendir, telli duvaklı gelin et...”
1890 yılında İzmir'e gelin olarak
gönderilmeye hazırlanan İhsan Raif Hanım, Taş Konak'tan ayrılmadan önce,
14 sene dönemeyeceği İstanbul'a veda ederken, çocukluk
masumiyetinden, çok sevdiği İstanbul’dan, hem de hiç sevmediği kocaman bir
adamın karısı olarak ayrılırken, içindeki üzüntüsünü, korkusunu, nefretini ve
umutsuzluğunu kâğıda döker:
Kimseye
etmem şikâyet; ağlarım ben halime
Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime
(Titrerim suçlu gibi baktıkça geleceğime)
Perde-i zulmet çekilmiş korkarım ikbalime
(Korkarım karanlık perde çekilmiş talihime)
Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime…
“Bir eşin varken, neden benim günahıma girdin? Neden on üç yaşındaki talebe çocuğun hayallerini yıktın? Korkmaz mısın mazlumun inkisarından” diye yakınsa da İstanbul yolu kapalı olduğu için kaderine teslim olur. Evlilikleri devam eder. Cismen İzmir'de ruhen İstanbul'da “evli bir dul” olarak bir hayat yaşar. Bir çocukları daha olur. Sonra, “Babam belki de, Mehmet Ali’nin ilk eşiyle olan münasebetini kesmek için, bizi zaruri gurbete, İzmir’e göndermiştir” diyerek teselli bulur. Ama gerçeğin böyle olup olmadığını hiçbir zaman öğrenemez.
Evliliği, ailesi başka kadınlarla birlikte olan kocasından ayrılmasına razı gelene kadar, yani yaklaşık 14 yıl devam eder. 27 yaşında üç çocuk annesi olarak İstanbul’a ailesinin yanına döner.
Banasının isteği ile Fehim Bey ile yaklaşık iki yıl süren ikinci evliliğini yapar. Ancak eşinin verem olması ve bu hastalığın İhsan Hanım'a da bulaşacağı korkusu evliliğin sona ermesine neden olur.
Balkan Harb'inden itibaren Müdafaa-i Milliye Osmanlı hanımlar heyetinde yer alır ve burada hamasi şiirlerini okuyarak orduya yardım faaliyetlerine katılır. 1913 yılında anne ve babası kısa aralıklarla hayata veda eder.
1914 yılında yaptığı üçüncü evliliği ise bir aşk evliliği olur. Yazar Şahabettin Süleyman ile evlenir. Eşi ölene kadar mutlu bir birliktelikleri olur. Bunun yanında İhsan Raif, edebiyat dünyasından bir çevre edinir ve şiirleri ile kendisini bu zümreye kabul ettirir. 1903'ten itibaren hocalığını yapan Rıza Tevfik şairin aşık tarzıyla modern şiirler yazmasına vesile olur. Döneminde şair, şarkı ve koşma türünün en önemli isimlerinden birisi olur.
Çiftin evleri Yahya Kemal’den Ahmet
Haşim’e o devrin edebiyatçılarının toplandığı, entelektüel konuşmaların
yapıldığı bir yerdir. Çalışmaları sadece edebiyatla sınırlı kalmaz. 1915
yılında askerlere yardım toplamak için Millet Tiyatrosu'nda bir müsamere
düzenler. Bu faaliyetlerinde kendisine eşi Şehabettin de eşlik eder.
İhsan Raif Hanım çok mutludur.
Ancak bu mutluluk çok fazla sürmez. Tatil için gittikleri bir Avrupa
seyahatinde İspanyol Gribine yakalanan Şehabettin Süleyman 1921’de,
hayatını kaybeder.
İhsan Raif ve 3. eşi Şehabettin Süleyman
Eşinin beklenmedik ölümü ile sarsılan genç kadın adeta bir
boşluğa sürüklenir. Yas döneminde sürekli yanında olan Strasburg’lu şair Bell
ile dördüncü evliliğini yapar. Bell, İhsan
Raif Hanım’a aşkından dinini değiştirerek Hüsrev adını alsa da bu son evliliği
pek hoş karşılanmaz. Bu aşk ilişkisi İhsan Raif Hanımın, döneminde oldukça
başarılı bulunan ve bestelenen şiirleriyle değil, hakkında çıkan dedikodularla
anılmasına neden olur. Son eşiyle İsviçre’de yaşayan şair, Fransa ve Belçika
gibi Avrupa ülkelerini de gezer. Son yolculuğu ise tedavi için gittiği Paris
olur. Orada geçirdiği bir apandisit ameliyatı sırasında kırk dokuz yaşında
hayata veda eder.
Balkan Savaşı
sırasında Hilal-i Ahmer (Kızılay) cemiyetinde gönüllü hemşirelik yapan, Milli
Mücadele’nin de ateşli destekçilerinden olan İhsan Raif Hanım, yalnızca şiir
yazmakla kalmaz, şiirlerini besteler, zaman zaman da piyanosunun başına geçip
bestelediği şarkıları seslendirir. Güfte ve bestesi kendisine ait on dokuz
yapıtı saptanmıştır; ayrıca başkalarının bestelediği şiirleri de vardır.
“Kimseye etmem şikâyet, ağlarım ben halime” şiirini ise Kemancı Sarkis Sucuyan Nihavent makamında bestelemiştir.
Bestekar Sarkis Sucuyan |
KAYNAKÇA
https://karmaturkiye.com/2020/08/06/ihsan-raif-hanim-ve-kimseye-etmem-sikayetin-oykusu/
https://indigodergisi.com/2016/10/kimseye-etmem-sikayet-asirlik-haykirisin-buruk-hikayesi/
https://www.kuzeyekspres.com.tr/kimseye-etmem-sikayet-18784yy.htm
https://baytekinbalkan.com/blog/detay/ataturk-un-en-cok-sevdigi-sarkilar
Yorumlar
Yorum Gönder